Diriliş

busraturksev
Parçalara ayrıldıkça tamamlandı insan.
Ayrıldığı her parçayı bir bir toplayarak birleştirdi.
Eski resmi tekrarlamayarak daha güçlü hale getirdi kendini
Her parçalanışta hangi parçayı nereye koyacağını daha iyi öğrendi.
Ve ayağa kalktı.
Bir öncekinden sayıca ne bir eksik ne bir fazlaydı.
Yalnızca değişen parçaların karşılığı, iyi bir tarafının yok oluşuydu.
Sayıca aynıydı çünkü, iyi her bir yönüne karşılık kötü bir benlik oluştu.
Ve yerleşti.
Bir sonraki düşüşünde kötü benlik zarar görmeyecekti.
Her devinimde iyinin yerine gelen kötü benlik sağlam bir HİÇ yaratacaktı o vücutta.
İçindeki hiçi besleyip koca bir deve dönüştürene dek düşmeye devam edecekti insan.
Geriye iyiden hiçbir iz kalmayana dek de,
Düştü, kalktı, düştü, kalktı, yeniden düştü, yeniden kalktı...
Başkasından aldığını bir başkasına yaşatarak büyüdü insan,
Böyle aldı bir öncekinden intikamını

Ve böyle insanlıktan çıktı,
İnsan denen varlık.

23 Kasım 2013

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Yarım

busraturksev
En iyi ihtimalle ömrümü yarıladım. Kendimle baş başa kaldım. İlk defa başkalarının bana taktığı lakap yerine kendimle, kendim isim vererek konuştum. Büyük kararlar aldım. Aldığım kararlar dünyanın sonunu getirecek bile olabilir. Öyle büyük kararlar aldım. Benden çıkardıklarım oldu. Benden çıkarmak için uğraştıklarım… Onlardan bahsetmeyeceğim. Ne zaman olur da geriye bakınca içimin kıyameti diner, o zaman onlardan bahsedebilirim. Son bir sene içinde çok fazla uğraş edindim. Sürekli kendimi meşgul ettim. Kitaplar okudum, dizilere başladım, gezdim, dans ettim, çalıştım. Ne kadar hareket etmiş olursam olayım içimdeki kıyametten ileri gidemedi yaptıklarım. Bunun farkına vardıktan sonra da uzun süre öylece yattım. Saatler, günler, haftalar sürdü. Ne dindirebildim ne dönüştürebildim başka bir şeye. Olduğu gibi kaldı. Sonsuz bir döngü var içimde.
Aldığım kararların tüm dünyayı etkileyebilirliği konusunda ciddiydim. Bunun için hiçbirinizden özür dilemeyeceğim. Çünkü sizin kararlarınız da benim yaşadıklarıma sebep oldu. Bunca karmaşa içinde, dimdik duramasam da ayakta durmayı öğrendim. Bazen yenilir gibi oldum ama eğile büküle olduğum yere geldim.
Hayatımın bir kısmına kadar yarımdım. Hep bunun farkında oldum. Bir kısmından sonra tamam(san)dım. Siyahıma beyaz, beyazıma siyah. Kusursuz.
Tamamlansaydım eğer, kusursuz.
Şu an yeniden yarımım. Ömrümün yarısını da geçtiğimi düşünürsek, bu şekilde öleceğime garanti verebilirim. Yarım doğdum, tamamlanır gibi oldum, yeniden yarım kaldım.
Oturup deriniyle düşüncelere daldım. Orada kısılı kaldım. Kafamın içi göğsüm kadar kıyamet.
Yazmayı bırakmıştım. Anlatacak çok şey varken, dünya üzerindeki hiçbir dilde doğru terimi bulamayacağımı bildiğim için yazmadım. O kadar çok düşünüyorum ki fikrimin değişmesi bir attosaniyeyi bulmuyor. Kimsenin kimseye, hiçbir şeyi doğru anlatamadığı, karşısındakinin de doğru algılayamadığı bu evrende konuşulanların uzay boşluğunda birbirine çarpmaktan başka bir halta yaramadığını düşününce, benimkilerin de aralarına girip ortalığı kızıştırması kararını aldım en son. Bu cümleyi yazmadan hemen önce.
Bir düzine insanın tüm parmakları kadar insan tanıdım. Aynı düzinenin ellerindeki parmak sayısı kadarını da çoktan unuttum.
Unuttuklarımdan da özür dilemeyeceğim. Hayatımdan birini çıkarmam için büyük nedenlere ihtiyacım var. Unutulduysanız, sebebi kendinizsiniz.
Kendimden, istemediğim halde uzaklaştıktan sonra, olduğum kişiden uzaklaşmak istedim. Birçok defa denedim, birçok defa başarısız oldum. Nereye gittiysem yanıbaşımda götürdüm her şeyi. Son seferimde kendimi bilmediğim bir yerde koşarken buldum. Dönüştüğüm insanla yüzleşme vaktimin geldiğini o zaman anladım.
İnsan gerçeklerden kaçamıyor yolun sonunda. Bazen karşılaşmamak için çok çabalasa da günün birinde o gerçek put gibi dikiliyor tam da kaçmaya çalıştığınız tarafta. Kaybetmek istemediğiniz bir şey varsa işin ucunda, karşınıza dikilen puta da sırtınızı dönüp başka bir yol arayışına geçiyorsunuz. Nafile. Hangi yolu seçseniz sonucu değiştiremiyorsunuz. Kendinizden ne kadar kayıp verdiğiniz ya da ne kadar yol kat ettiğiniz ya da ömrünüzden ne kadar kırptığınızın zerre faydası olmuyor sonucu değiştirmeye. Kaybettiklerinizin hepsini cebinize doldurup ağır bir yükle kalan ömrünüzü yaşamaya çalışıyorsunuz. Keşke olduğunuz yerde bırakabilseniz, namümkün.
Ceplerimde kaybettiklerim, kafamda attosaniyelik fikirler, içerimde süregelen kıyametle, sıyrılamadığım sonsuz bir döngüde, en iyi ihtimal dahilinde yarıladığım ömrümün kalan yarısını da yarım yamalak, kendimden uzak, yaşıyormuş gibi yaparak geçireceğim.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Atatürk

busraturksev


İleride evladım olursa, o anneyi babayı öğrenirken ona öğreteceğim bir şey de ata olacak. Geçmişini silip atan insanın yapacaklarından korkmalı bu devirde. Bak diyeceğim, yavrum bu baban, bu annen, bu senin atan. İleride kim, o kim diye sorarsa bu bizim atamız diyeceksin. Bizim biz olmamız için canını tehlikeye atanlardan biri. Kitaplardan silinecek yaptıkları korkarım ki, resimleri kalmayacak hiçbir yerde. Ben çocukken kitaplarımızın her yerinde Atatürk vardı diyeceğim sana. Öyle önemli öyle değerli diyeceğim. Unutma diyeceğim asla, asla unutma, unutturma.

“Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.”

Mustafa Kemal Atatürk


10 Kasım 1938
Sevgi, saygı, minnet, hürmet, sonsuz teşekkür ve sonsuz özlem ile 

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Zehir

busraturksev
Birçok yer gördüm. Çok azını gezdim.
Birçok yer öğrendim, hiçbirine gitmedim.
Birçok insanla karşılaştım. İsimlerini bildim, karakterlerini bildim, düşüncelerini bile bildim. Hiçbiri somut değildi.
Birçok arkadaşım oldu, hiçbirinin arkadaşı olamadım.
Birçok defa öldüm. Yeniden buradayım.
Çok uzun süre sustum. Şu ana kadar susmuştum.
Artık kusuyorum. Gözlerinizin içinden beyninizin derinlerine akıyor içimdeki zehir.
Birçok insanı sevdim. Gerçekten sevdim. Kimine dost dedim kimine sevgili. Hiçbirinden aynı değeri görmedim.
Anlaşılamayacak kadar sevdim. Anlaşılamayınca bir anlamı olmadı.
Her gece çok uzaklara yürüdüm. Kimse bilmeden geri döndüm.
Ama hep döndüm.
Çok içtim. İçtiklerimi hiç kusamadım.
Hepiniz adına içtim. Hepiniz adına küfrettim.
Hepinize küfrettim.
Herkesi kendimi tanıdığım kadar tanıdım. Kendimi artık tanıyamıyorum.
Şarkılar için sözler yazdım. En küçük parçalara ayırıp şehrin dört bir yanına dağıttım.
İnsanlar için şiirler yazdım. Hemen sonra yaktım.
Duygular için kitapları dolduracak kadar fazla terim kullandım. Hiçbiri tam olarak anlatamadı içimden geçenleri. Hepsini yuttum.
Hayatlar için hikayeler uydurdum. Gerçek olamayacak kadar güzel hikayeler. Onları da klozete döküp sifonu çektim. Aşağıda bir yerlerde hayalleriniz yüzüyor.
İnsanları çok dinledim. İçimi boş laflarla doldurdular. Şişene kadar dinledim. Patlamadan hemen önce eve gelip duvarları boş laflarla boyadım.
Bazılarınızdan iğrendim.
Bazılarınızdan çok iğrendim.
Bazılarınızın suratına işemek geldi içimden.
Bazılarınızı günlerce dövmek istedim.
Bazılarınıza da tek laf etmemek.
Çok yalnız kaldım. Çok defa ağladım. Kimse görmedi.
İnsanların arasından geçerken hıçkırarak küfrettim.
Ağzımdan kesik kesik çıkan laflar suratlarına bütün bütün çarptı. Hiç fark etmediler.
Günlerce uyumadığım zamanlar oldu.
Kendimle bile konuşmadığım haftalar.
Sabahlara kadar düşündüğüm saatler.
Bir başkası olacak kadar değiştim.
Kimse sorumluluk kabul etmedi.

Bu gece kusuyorum;
Kabul edilmeyen sorumluluklara,
Hayatımdaki sorunlulara,
Yapmam gerektiği düşünülen zorunluluklara.

Bu gece çığlıklar içinde susuyorum,
Bu gece senin adına kusuyorum,
Parçaların dökülüyor içimden,
Duyabiliyor musun?

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Delilik

busraturksev

Günlerdir uyuyamıyordu. Belki haftalardır. Ne kadar süredir uyuyamıyordu onu da bilmiyordu. Ama değiştiğini fark ediyordu. Göz kapakları bir kamyonun yüklü dorsesi kadar ağırlaşmıştı. Yanı sıra tabii düşünceleri de değişmişti. Aslında değişmeye devam ediyordu. Uzun süredir uykuyu tatmadığı için beyninde çelişkili fikirler de üremeye başlamıştı. Bunu böyle yapmalıyım diyordu. Ama neden öyle yapmalıydı onu bilmiyordu. Sonra şunu yapmalıyım. Evet evet, doğru olan bu, bunu yapmalıyım. Yapmalı mıyım?
Uyuyamıyordu çünkü düşünmeyi bırakamıyordu. Düşünmeyi bırakamıyordu çünkü uyuyamıyordu. Ne düşünüyordu? Düşünmeyi bırakıp uyumayı. Hayır, düşünmeyi nasıl bırakacağını. Yok hayır, düşünmeyi nasıl bırakacağını düşünürken uyuyamayacağını düşünüyordu.
Bir adam yanında uyuyordu. Bir adam yanında uyuyordu. Bir adam yanında uyuyor gibiydi. Uyuyor muydu? Bir adam mıydı bu uyuyan?
Bir çocuk yanında uyuyor numarası yapıyordu. Hayır, bir çocuk yanında uyuyordu. Hayır hayır, bir çocuk yanında uyuyor numarası yapıyorken bunun farkındaydı. Şu an bir çocuk uyuyordu.
Bir böcek duvara tırmanıyordu.
Bir karga avazı çıktığı kadar bağırıyordu.
Bir alarm tüm apartmanı uyandırmak için çalıyordu.
Bir ışık iki perdenin boşluğundan sıyrılıp yüzüme süzülüyordu.
Bir kadın yanımda oturuyordu.
Bir kadın ben yatarken benim yatağımda oturuyordu.
Bir kadın beni duyuyordu. Ben gülüyordum.
Avazım çıktığı kadar gülüyordum. Dışarıdaki kargayı korkutacak kadar sesli gülüyordum. Duvardaki böceği koşturacak kadar sesli gülüyordum. Perdeyi kıpırdatacak kadar sesli gülüyordum. Tüm apartmanı uyandıracak kadar sesli gülüyordum. Yanımdaki çocuğu ağlatacak kadar sesli !

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Dip


busraturksev

Uykusuz kaldığım günlerden yine bugün, sabahın beş elli yedisinde gözlerimin karanlıkla dolmasının ardına içimde tekrarlanan bir cümleyi ilk defa sesli söyledim. Yalnız başıma kaldığım burada, işte tam burada ilk defa sesli tekrarını yaptım içimdekinin,
-Çirkinleşiyorum.
Hayatımın her bir alanında yaşadığım ayrı problemin üstesinden gelmeye çalışırken ben, o problemler kadar, işte tam da o kadar çirkinleşiyorum.
-Çirkinleşiyorum.
Günlerdir dinlenmeye çalışan bedenim, uykuya zorlanan beynim ve güneşin aydınlığına tepki olarak kapkaranlık gözlerim. Bugün uyuyamadığımın kaçıncı gün dönümü?
Her döküntüm ile ben, işte tam da her döküntüm kadar ben, çirkinleşiyorum.
Bir gün bir insan, düşünce hakimiyetini resmen bulursa o gün rahatça uyuyabileceğim. Fakat o güne dek çirkinleşmeye devam eden her bir zerrem etrafımda, yakınımda işte tam yanıbaşımda kim, ne varsa onu da içine çekmeye devam edecek.
Gözlerim öylesine karardı ki içeriden o karanlığı görebiliyorum. Göz kapaklarımın siyah iki çizgi haline gelişini zamanla izledim. Ya gözlerim? Karanlığı bu denli görebilmemin sebebi göz kapaklarımın da ötesinde olabilir. Gözlerimin rengi gitmiş olmalı. Dipsiz bir karanlık kadar karanlık.
Ya beyaz kısımları? Beyazın varlığını unutturacak kadar beyaz olmayı bırakmış olmalı. Gözlerim o kadar karanlık olmuşsa nasıl çirkinleşmeyeceğim peki?

Bugün ben, işte burada anlattığım kadar karanlık, tam da söylediğim şeyler kadar çirkinim.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Yirmi İkisinde Sinek Avlamak



busraturksev

Bugün eflatun polarıma sarınmış otururken bir şey fark ettim. Aslında daha önce fark etmiştim. Arada aklıma geliyor ve yeni fark etmişim gibi davranıyorum kendimi daha fazla üzmemek için. Neyse fark ettim ki 22 yaşıma geldim ve eflatun polarıma sarılmış oturuyorum. Halbuki kendimi bildim bileli değişmeyen bir hayalim vardı. Fakat ben şu an eflatun polarıma oturmuş sarılıyorum. Demiştim ki kendi kendime bunun zamanı üniversiteye başladığım sene olmalı. Önce kendi yurdumu bir uçtan diğer uca gezmek, görmek daha sonra haritayı biraz daha açıp yurt dışı seferlerine başlamak. Hayalim buydu evet. Çoğu kişinin hayali bu, doğru ama değişik yerleri görmek farklı kültürlere sahip insanları tanımak, gezmek kimin hayallerinin içinde olmaz ki? Neyse, orta sonlarda falan fotoğraf makinesi almak istiyordum profesyonellerden yani kof da değil.
Üniversite zamanlarımda sırt çantamı takacaktım sırtıma, içinde profesyonel fotoğraf makinem, birkaç parça her mevsime uygun kıyafet. Terlik, spor ayakkabı, mayo, uyku tulumu, çadır, kimlik, pasaport... He bir de eflatun polarım. O olmadan olmaz çünkü. Para da lazım günümüz değişim aracı. Onu da düşünmüştüm o zamandan. Para biriktiriyordum ne sandınız. Öyle boş hayallerden değildi benimki. Neyse efendim, atacaktım yola kendimi, başlayacaktım bir uçtan, sonrası su akar yolunu bulur. Dedim niye olmasın. Baya inanmıştım yani. Hala inanıyorum da belli etmiyorum. Öyle uzak da bi süre değil hani birkaç dakika önce dedim, evet.
Benimki de hayal tabii gelmişim 22 yaşıma eflatun polar falan biliyorsunuz o muhabbeti.
Sadede geleyim. Hep bir şey oldu gerçekleştirmemem için. Bazıları gerçekten büyük engeldi. Bazıları da benim cesaretsizliğime kılıf uydurmam. Ama hep bir şey oldu bu 4 sene içinde. Sonuç olarak, şu anki durum aşikar, sarılmış eflatun polara bunları yazıyorum. Yani bunları yazmam gerekmese giderdim de işte yazmam gerekiyor yoksa giderim yani.

Ek: O biriktirdiğim paraya ne oldu merak edeniniz vardır. Çalınmıştı. Hayallerim gibi onlar da suya düştü anlayacağınız. Yani böyle söyleyince çok bi hüzünlü oldu sanki. Hepi topu 200 lira civarı biriktirmiştim küçüktüm sonuçta. Ama o zaman çoktu o para benim için. Değerliydi de. Kendim biriktirmiştim harçlıklarımdan arttırıp. Hatırlayınca üzüldüm şimdi. Az ağlamamıştım.

Halimi bir de fotoğraflara dökmek gerekirse;

Şöyle olacağıma:
Şöyleyim anlayacağınız:
 Ya da şöyle:
Ya da çok canım sıkılırsa biraz da şöyle:
Ek: Hedefe birkaç adım kala hayatın madik atması: (siyah olan, hayat)

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Karanlık


busraturksev

Gözlerim öylesine karardı ki içeriden dışarıda olanları görebiliyorum.
Karanlığın içine öyle denli yerleştim ki kimse değişikliği fark edemedi.
Vücudumu ağaç kökleri gibi saran, her zerremi kendi renksizliğine bulayan simsiyahtan daha siyah, kapkaranlığın bin katı karanlık bir şey, evet bir şey varlığımı yok etmek için hızla sarılıyor vücuduma.
Görüyorum. Ellerimin karardığını görebiliyorum, yüzümün, saçlarımın eski renginden karanlığa boyanışını görüyorum.
Yüzüm. Ayak tırnaklarım sol bacağım belim topuklarım dirseklerim, yüzüm.
Göğüslerim omuzlarım boynum sağ bacağım, yüzüm.
Parmaklarım avuçlarım karnım dizlerim, yüzüm.
Görebiliyorum. Hissedebiliyorum. Ciğerlerime dolan karanlığı hissedebiliyorum. Midemin çürüdüğünü, ciğerimi karartmak için boğazımdan geçen karanlığın boğazımı ve izlediği her yolu kopkoyu bir siyaha boyadığını, hissedebiliyorum.
Damarlarımda dolaşan kirliliği hissedebiliyorum.
Beynim. Karanlığın kendisi. Her tarafımı karanlığa gömen, beynimin karanlığı doğurması. Ağır ağır. Sancılı. Senelerce, parça parça. Kanaya kanaya, akan kanı siyaha boyaya boyaya. Kalbimi karartmasının ardına bütün vücudumda o siyah kanı dolaştıra dolaştıra..
Tüm bedenimin derin bir karanlığa büründüğü o vakit çevremi de karanlığa boyayacağım. Bastığım taşlar, dokunduğum duvarlar onlara değdiğim an benim renksizliğime bürünecekler.
Parmak uçlarım fırça gibi olacak. Siyahla doyuracağım insanları. Siyahla doyuracağım bana dokunanları. Siyah kusturacağım!
Öyle derinden gelecek ki karanlığım, bana karşı ufacık bir his barındıranların kalplerini karanlığa gömeceğim. Yeni karanlıklar doğuracağım. Çocuklarım karanlığın karanlıkları olacak. Benim olacak. Ben olacak. Her şey her yer siyah olacak. O gün gökyüzü de kararacak. Aydınlığa karşı yeryüzünün karanlığı savaş verecek. Evrendeki yıldızların her biri sönecek. Güneş ateşini içine gömecek. Her biri ben olacak. Her biri sonsuz bir karanlığa bürünecek.

İçinde senin de olduğun, yaşam belirtisi gösteren bütün varlıklar bana dönüştüğü vakit, her birinden aldığım gücü kendimi öldürmekte kullanacağım. Bana dönüşen her şeyi öldürmekte.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Sanrı

busraturksev 


Oturduğu koltuğun üzerinde toz ve kırıntı vardı. Bacakları koltuğa göre oldukça yüksekte kalıyordu. Hem koltuk alçaktı hem onun boyu uzundu. İki bacağını hafif aralamış iki dirseğini iki bacağına dayamış ellerini ortadaki boşlukta birleştirmişti. Sırtı kambur oturuyordu. Onun yanındaki koltukta da okuduğu üniversitedeki en yakın arkadaşı aynı zamanda ev arkadaşı oturuyordu. Birbirlerine arada laf atıyorlardı. İki koltuğun da önüne gelecek şekilde bir orta sehpa vardı. Sehpanın üzerinde ortamla alakası olmayan yığınla eşya. İki adet kül tablası, bir kalem üç dört tane yarı yazılmış yarı karalanmış kağıt, bir adet fatura, bir çakmak, bir laptop, birçok bardak, dışarıdan söylenmiş akşam yemeğinin çöpleri, sarma kağıt, iki paket sigara, bir folyo içinde hapsolmuş bir miktar da ot.
Oturduğu alçak koltuktan kalktı. Üzerindeki kırık beyaz gömleği, koyu tenini belli ediyordu. Ayağa kalkarken gömleğinin kollarını kıvırmaya başladı. Aynı zamanda ev arkadaşına, ismini kısalttığı lakapla hitap ederek sehpadakileri toplamasını söylüyordu. Odadan çıkıp evinin uzun holündeki ve kapısı oturma odasının kapısı ile karşılıklı olan en son odaya doğru yürüdü. Kapısının arkasında havlu ve tuttuğu takımın atkısı asılıydı. Odaya girdi ve telefonunu aradı. Yatağının yanındaki komodinin üzeri de en az içerideki sehpa kadar doluydu. Onun yanındaki tekli koltuğun üstünde telefonunu buldu. Alıp tekrar odaya geri döndü. Holü geçerken, gömleğinde kıvırmadığı kolunu da kıvırdı. İçeri girdiğinde sehpayı aynı dolulukta gördü. Bu defa hiçbir şey söylemeden sehpanın üzerindeki yemek çöplerini bir poşetin içine doldurdu. Sehpanın üzerinde kalan diğer eşyalara dokunmadı. Kalktığı koltuğa yeniden oturdu.
Tam karşısında tv ünitesi vardı. Onun yanında da bir akvaryum. Evin içinde sayısı tahmin edilemeyecek kadar fazla eşya vardı. Bazıları eve girdiklerinden beri hiç yer değiştirmemiş, bazıları her odayı dolaşmış eşyalar.
Koltuğa yine aynı şekilde oturup ellerini ortada birleştirdi. Sehpanın üzerinden bir adet sigara alıp kırdı. Odada duranlar onu izliyordu. Bir tane sarma kağıt aldı ve tütünü içine dizdi. Hemen yan tarafında, folyo içindeki otu ufaladı. Tütünün üzerine çizgi şeklinde otu döktü ve kağıdı eline aldı. Ellerini baş parmakları aşağı, diğer parmakları yukarı bakacak şekilde büktü. İşaret parmakları ile kağıdın ortasına bastırdı. İki elinin arasında kağıdı yavaş yavaş burdu. Kağıdın en uçta kalan kısımlarını dişleriyle hafif ısırdı diliyle ıslatıp yapıştırdı. Başka bir kağıdın bir parçasını yırtarak elinde büzüp yuvarladı. Sigaranın daha ince olan ucuna soktu. Elindeki sigarayı önündeki sehpanın üzerine iki kere çok sert olmayacak şekilde vurdu. Sonra sehpanın üzerine bırakıp koltuğa yaslandı. Ev arkadaşı ile televizyondaki dizi hakkında konuştular. Telefonu çaldı. Açtı ve başka bir arkadaşını eve davet etti. Eve giren çıkan insan sayısı, evin içindeki eşyalar kadar fazlaydı. Eve gelen insanlardan kalan eşyalar da evdeki kalabalık içine eklenip zamanla çoğalıyordu. Alttan kalan dersleri verip burada işleri kalmayana dek çoğalmaya devam edecekti. Daha sonra her biri çöp kutusunu boylayacaktı. Evin içindeki kalabalığın farkında değillerdi. Evden gidecekleri gün eşyaları atarken bunun farkına varacaklardı.


Telefonla konuşmasını bitirdikten sonra, yine eve gelenlerden birinin bırakıp gittiği bir çakmakla sardığı sigarayı yaktı. Birkaç defa çektikten sonra ev arkadaşına uzattı. O da alıp aynısını yaptı. Karşısındaki televizyonda her hafta izledikleri diziyi izliyorlardı. Bu sigara bitip yenisi sarıldıktan sonra o dizi yalnızca hareket eden birkaç ışık parçası haline gelecekti. Sırası ile sarılan sigarayı bitene kadar döndüler. Konuşmalar daha da azaldı. Oturduğu yerde aynı pozisyonu alıp yeni bir sigara daha sardı. Aynı şeyleri tekrarladılar. Sarılan üçüncü sigarada dizi neredeyse sonuna gelmişti. Ama kimse bunu umursamıyordu. Üçüncü sigara dönerken birbirleri ile konuşmaya başladılar. Çok kısa bir süreliğine muhabbetten ve dünyada olup biten her şeyden memnun oldular. Bu süre o kadar kısa sürdü ki yüzündeki tebessüm ve içindeki istek bir anda kesildi. Yarıda kalan kahkaha, yerini derin bir dinginliğe bıraktı. Evin içinde yine, sağlam bir kafayı rahatsız edecek kadar yoğun bir sessizlik oluştu. Dizi biteli bir saati geçmesine rağmen kimse farkında değildi. Gözler televizyonda, televizyondan gelen ses, ekranda oynayan görüntü kimseyi ilgilendirmedi. Ev, boş bakan, kızarmış birkaç çift gözle ve bir yığın eşyayla dolu bir ev halini aldı.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Tesadüf

busraturksev

Saatine baktı. Farkında olmasa da günün bu saatlerinde saatine bakıyordu. Alışkanlık haline getirdiğini bilmeden her gün aynı devinimi yaşıyordu. Bugün de yaptı. Saat 17.06
Kolunu büktü, bileğini gözlerinin görebileceği hizaya getirdi. Saatin 17.06 olduğunu gördü ve başını kaldırdı. Diğerlerinin aksine saati saate bakmak için kullanıyordu. Telefonla iletişim kuracağı insan sayısı çok azdı ve zamanı takip etmek için de saatini kullandığı için telefonunu yanına almayı unuttuğu oluyordu. Günün hangi diliminde olduğunu gördükten sonra başını kaldırdı ve gelmesini beklediği otobüsün hala peronda olmadığını gördü. Beklediği otobüsün gelmesi için 4 dakikası vardı. Ama bekleyeceği sürenin 4 dakikadan fazla olacağını biliyordu. Her zaman rötar yapan firma bu defa da yapacaktı. Ne kadar rötar yapacağını sormaya gerek duymadı. Yaklaşık yarım saat otogarda bekleyeceğinin farkındaydı.
Hava güzeldi. Durduğu yerin hemen arkasındaki bankı gözüne kestirdi ve birkaç adım geri giderek kendini banka bıraktı. Oturduğu yerden etrafını izlemeye başladı. Kendisi gibi otobüsünün duracağı peronun önünde bekleyenler, hangi peronda duracağını bilmedikleri otobüsü bekleyenler, kalkış saatinden erken gelenler, geç gelip kaçırdıkları otobüsün ardından sövenler, bu şehirden gitmek isteyenler…
Her birinin yüzüne baktı. Düşündü, ne düşündüklerini, nereye gideceklerini, gittikleri yerde ne yapacaklarını. Her birinin gözlerinin içine baktı. Hiçbiri fark etmedi. Çünkü herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyordu.
Yaşı 70e dayanmış bir teyze, elinde onsuz yürüyemeyeceği bir baston, ağır ağır ona doğru yaklaştı. Düşündü. İlk önce adını sonra kaç yaşına bastığını daha sonra evli olup olmadığını -ki bunu düşünürken cevabını bastonu tutan eldeki yüzükten almış oldu-, onun ardından kaç çocuğu olduğunu düşündü. Adının Hanife olabileceğini düşündü. Adı Hanife’ymiş gibi bakıyordu etrafa. Kendisi, adı Barış’mış gibi bakıyor muydu etrafa, onu düşündü. Oturduğu bankın yanındaki banka oturdu Hanife teyze. Bunu da ağır ağır yaptı. İki dizinin arasına bastonunu sıkıştırdı. İki elini bastonun üzerine koydu. Sol yanağını da iki elinin üzerine dayadı. Sonra etrafında olup bitenleri izlemeye başladı.
36. perona bir otobüs yaklaştı. Hanife teyzenin gözleri otobüsü izledi. İçinden bir kadın, bir çocuk, dört genç, bir adam indi. Yan yana iki bankta iki kişi otobüsten inenleri izledi. Birkaç dakika sonra birkaç peron ileriye bir otobüs daha yaklaştı. Hanife teyze ellerinin üzerine diğer yanağını aldı, inenleri izledi.
Otogarın diğer ucunda bir otobüs daha durdu. Hem Hanife teyze hem Barış otogarın diğer ucundaki otobüsü, otobüsten inenleri izledi. Barış hem otogarın diğer ucundaki otobüsten inenleri izledi hem Hanife teyzenin onları nasıl izlediğini. Peronlardan birine bir otobüs daha yaklaştı. Hem Hanife teyzenin hem Barışın tam önündeki perona. Barış önce otobüse sonra kolundaki saate baktı. 17.40  Ayağa kalktı, çantasını muavine bıraktı, otobüse bindi. Hanife teyze Barışı izledi.
Önünde duran otobüsten inenleri izledi, daha sonra binenleri. Yanındaki banktan bir genç kalktı, önündeki otobüse bindi. Adının Barış olabileceğini düşündü. Yüzünde adının izleri vardı. Nereye gittiğini düşündü. Gittiği yerde ne yapacağını.
Barış otobüste cam kenarında 16 numaralı koltuğa oturdu. Oturduğu yerden Hanife teyzeyi görebiliyordu. Gözlerinin içine baktı. Hanife teyze de Barış’ın gözlerinin içine baktı. Otogarda onlar hariç kimse, kimin kim olduğunu, nereye, neden gittiğini merak etmiyordu. Birbirlerine merak ettikleri soruları sorabileceklerini o an fark ettiler. Otobüs perondan yavaşça sıyrıldı, otogardan çıkıp gitti.
Barış, Hanife teyzenin alzheimer olduğunu,
Hanife teyze, Barış’ın, torunu olduğunu düşündü.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Abla

busraturksev
Küçükken yaşadığı şeylerden aldığı hazzı bir daha asla alamıyor insan. Ben ilkokula başlamadan ve başladığımda zemin katta bir evde oturuyorduk. Evin bahçesi vardı oraya bitişik de balkonu. Hiçbir anlamı yoktu o balkonun. Bahçede top oynarken topun kaçmasına yarıyordu bir tek. Neyse, biz çok ev değiştirmişiz. O, balkonu yere bitişik evle ondan önceki evlerde olan biten çoğu şeyi hatırlamıyorum. Hatırladığım çok nadir anı var. Onlardan bazıları da yarım yamalak. Böyle bir olay olmuştu diye anlattığım şeylere bazen onu nasıl hatırladın diyorlar bazense o olay öyle olmamıştı diyip doğrusunu anlatıyorlar. Yani bazılarını başka olaylarla birleştirip tek bir olay yapmışım aklımda. Öyle de kabul etmişim onu. O evde otururken alış veriş yapıldığında meyve sebze mutfakta masaya yığılırdı eve gelince. O silinmiyor hafızamdan. Sonra onlar yerleştirilirdi. Muhakkak bu adımlar her evde aynı şekilde oluyordur da, gözümde canlanışını aynı şekilde anlatamıyorum size tabii. Ve bu görüntünün şu an ne hissettirdiğini. Neyse. Bundan daha net hatırladığım ve aklımdan hiçbir zaman çıkmayan ve muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak bir başka şeyi anlatacağım. O evde otururken hasta olmuştum. Yine alış veriş yapılmış. Ama üzerinden birkaç gün geçmiş. Ben oturduğumuz odada koltukta yatıyorum. Hastalıktan ölüyorum. Ablam ikimize meyve hazırladı. Detayını tam hatırlamıyorum ama kremalı ballı meyveli bir şeyler yapacaktı. Gelip bana sordu meyve salatası mı yapayım yoksa sadece meyve mi yersin diye. Ben de, öyle beğenmem ben, sadece meyve yiyeceğim dedim. Bendeki kibre bak. Velhasıl, bana meyveleri getirdi. Ben onları yerken kendisine meyve salatası hazırladı. Geldi yanıma, dedi bakacak mısın tadına. Bakayım dedim. İnanır mısınız dünyada tadılabilecek en güzel tatlardan birini ben o zaman aldım. O daha güzelmiş keşke öyle isteseydim de diyemiyorum. Kendi meyvelerimi bitirmişim çünkü. Biliyorum evdeki son meyveler onlar. Ama nasıl güzel tadı anlatamam. Şimdi yapsam aynısını, aynı tadı alamam, mümkün değil. Neyse ablam oturdu koltuğa. Anladı benim beğendiğimi de. Hastayım bir de. Geldi bana verdi hazırladığı meyve salatasını. Evdeki son meyveler onlardı. Ben yemeyeceğim, etmeyeceğim desem de yedirdi onu bana. İşte o evden hatırladığım birkaç anıdan biri bu. Abla dediğin zaman böyle bir olay geliyorsa aklına, iyi ki var o abla. Bazen kırsan, kızsan, üzsen, saç baş dalsan da sonra sarılıp ağlayacağın kişi yine o.
Canın, ciğerin, arkadaşın, annen. İyi ki var.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It
Blogger tarafından desteklenmektedir.