genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
genç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Başarısızlık Hikayesi


Bazı hikayeler vardır; hayatın türlü sillesini yiyip ayakta kalabilenler, her düşüşünde yeniden ayaklanıp savaşabilenler, mağlup geldiği her savaştan biraz daha güçlenip çıkabilenler. Bu hikayeler her yerdedir. Çevrenizde, medyada, dünyanın öbür ucunda. Ama hep ulaşır size bu hikaye. Ana fikri şudur; pes etme. 
Bir de öteki hikayeler vardır. Yediği her darbeden sağ kurtulmaya çalışırken yenisini yiyip yerin soğuğundan yeni ayırmışken yüzünü yeniden buz gibi bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalanlar. Devamlı yalpalayanlar. Düştükçe güçlenen değil de düştükçe daha çok güç kaybeden ama umudunu son damlaya kadar yitirmeyenler. Hep tutunacak bir dal arayıp hiç tutunamayanlar. Birçok defa hayattan vazgeçenler. Çölde balık, okyanusta kaktüs olanlar. Ben bu taraftan sesleniyorum sayın okur. 
İkisi arasında tek bir fark vardır. Azim mi? Asla. Umut? Yok hayır. Güç? Mümkün değil. Aradaki tek fark, başarı hikayeleri kadar değer görmemesi başarısızlık hikayelerinin. Her yerde paylaşılmaması bu iç yüzü kötü senaryoların. Övünülecek hiçbir yanı olmadığı gibi tabii ağza bile alınmaması çoğu zaman. Görmezden gelinmesi. Burada mısınız sayın okur, peşinen uyarmak isterim ki; Bu bir başarı hikayesi değil. Başarısızlık hikayesidir. 
Zorlukların üstesinden nasıl geldiğimi soracaksanız söyleyeyim. Gelemedim sayın okur. Ekseriyetle gelemedim. Şimdiyse gelmiyorum daha çok. Çözümü her şeyi yapmakta ararken, hiçbir şey yapmamakta buldum. Düşe kalka çok yara aldım şimdiye dek, şu an da yaralarımı sarabildiğimi söyleyemem fakat sonrakine kadar zaman tanıyorum kendime. Yenisi gelince eskisine bir şey olmuyor çünkü. O yine duruyor olduğu yerde. Bu defa topyekün saldırıyorlar, daha ezici bir mağlup gerçekleşiyor sonra. 
Toparlanabilecek miyim peki? Hayır. Muhtemelen hayatımın geri kalanını buna adasam dahi eski resmi tamamlayamayacağım. Tuz buz olan parçaların birleşmesi söz konusu bile değil keza. 
Neyse, sonuç olarak duruyorum öylece. Yani bazı durumlarda avazın çıktığı kadar bağırmak yerine öylece sessiz kalıp izlemek gerek olan biteni. Ben de öyle yapıyorum. Bir sonraki silleyi yiyene kadar hiç değilse sürekli bir devinim halinde olmayacağım. Böyle iyi. Tavsiye eder miyim? Niye edeyim. Belki sizin hikayeniz başarı hikayelerindendir. Hikayenin ne olduğunu öğrenmekten ziyade nereye gittiğiyle ilgilenin derim. Çok iyi yerlere gitmeyebiliyor bazen çünkü. Böylesi durumda hazırlıklı olabilmek de gerekli. Hoş, yine düşüyorsunuz gerçi. Daha yumuşak da olsa darbe sayısını ve düşüş hızını değiştirmiyor durum. Üstüme afiyet ben çok düştüm. Çoğunu tanırım yani. 
Ama hayat dediğin zaten düşmekten ibaret değil midir? Anne karnından düşerek dünyaya geldim. İlk düşüşüm bu oldu. Sonuncusu da sırat köprüsüdür muhtemelen. Hepsinden iyi orda düşerim galiba. Kapanışı iyi yapacak gibi duruyorum ne yalan söyliyim. Bu konuda oldukça avangart biriyim. 
Hasılıkelam sayın okur, düşmek güzeldir…,
Diyen biri varsa aklıselim değildir o, uzak durun ondan. Düşmenin neresi güzel arkadaş? Güzelse benim yerime de sen düş o zaman. Zevzekliğe lüzum yok. Hadi bakın işinize. 


Fuzuli ek bilgi: Bu yazı ruh halimi temsil etmektedir.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Tesadüf

busraturksev

Saatine baktı. Farkında olmasa da günün bu saatlerinde saatine bakıyordu. Alışkanlık haline getirdiğini bilmeden her gün aynı devinimi yaşıyordu. Bugün de yaptı. Saat 17.06
Kolunu büktü, bileğini gözlerinin görebileceği hizaya getirdi. Saatin 17.06 olduğunu gördü ve başını kaldırdı. Diğerlerinin aksine saati saate bakmak için kullanıyordu. Telefonla iletişim kuracağı insan sayısı çok azdı ve zamanı takip etmek için de saatini kullandığı için telefonunu yanına almayı unuttuğu oluyordu. Günün hangi diliminde olduğunu gördükten sonra başını kaldırdı ve gelmesini beklediği otobüsün hala peronda olmadığını gördü. Beklediği otobüsün gelmesi için 4 dakikası vardı. Ama bekleyeceği sürenin 4 dakikadan fazla olacağını biliyordu. Her zaman rötar yapan firma bu defa da yapacaktı. Ne kadar rötar yapacağını sormaya gerek duymadı. Yaklaşık yarım saat otogarda bekleyeceğinin farkındaydı.
Hava güzeldi. Durduğu yerin hemen arkasındaki bankı gözüne kestirdi ve birkaç adım geri giderek kendini banka bıraktı. Oturduğu yerden etrafını izlemeye başladı. Kendisi gibi otobüsünün duracağı peronun önünde bekleyenler, hangi peronda duracağını bilmedikleri otobüsü bekleyenler, kalkış saatinden erken gelenler, geç gelip kaçırdıkları otobüsün ardından sövenler, bu şehirden gitmek isteyenler…
Her birinin yüzüne baktı. Düşündü, ne düşündüklerini, nereye gideceklerini, gittikleri yerde ne yapacaklarını. Her birinin gözlerinin içine baktı. Hiçbiri fark etmedi. Çünkü herkes bir yerlere yetişmeye çalışıyordu.
Yaşı 70e dayanmış bir teyze, elinde onsuz yürüyemeyeceği bir baston, ağır ağır ona doğru yaklaştı. Düşündü. İlk önce adını sonra kaç yaşına bastığını daha sonra evli olup olmadığını -ki bunu düşünürken cevabını bastonu tutan eldeki yüzükten almış oldu-, onun ardından kaç çocuğu olduğunu düşündü. Adının Hanife olabileceğini düşündü. Adı Hanife’ymiş gibi bakıyordu etrafa. Kendisi, adı Barış’mış gibi bakıyor muydu etrafa, onu düşündü. Oturduğu bankın yanındaki banka oturdu Hanife teyze. Bunu da ağır ağır yaptı. İki dizinin arasına bastonunu sıkıştırdı. İki elini bastonun üzerine koydu. Sol yanağını da iki elinin üzerine dayadı. Sonra etrafında olup bitenleri izlemeye başladı.
36. perona bir otobüs yaklaştı. Hanife teyzenin gözleri otobüsü izledi. İçinden bir kadın, bir çocuk, dört genç, bir adam indi. Yan yana iki bankta iki kişi otobüsten inenleri izledi. Birkaç dakika sonra birkaç peron ileriye bir otobüs daha yaklaştı. Hanife teyze ellerinin üzerine diğer yanağını aldı, inenleri izledi.
Otogarın diğer ucunda bir otobüs daha durdu. Hem Hanife teyze hem Barış otogarın diğer ucundaki otobüsü, otobüsten inenleri izledi. Barış hem otogarın diğer ucundaki otobüsten inenleri izledi hem Hanife teyzenin onları nasıl izlediğini. Peronlardan birine bir otobüs daha yaklaştı. Hem Hanife teyzenin hem Barışın tam önündeki perona. Barış önce otobüse sonra kolundaki saate baktı. 17.40  Ayağa kalktı, çantasını muavine bıraktı, otobüse bindi. Hanife teyze Barışı izledi.
Önünde duran otobüsten inenleri izledi, daha sonra binenleri. Yanındaki banktan bir genç kalktı, önündeki otobüse bindi. Adının Barış olabileceğini düşündü. Yüzünde adının izleri vardı. Nereye gittiğini düşündü. Gittiği yerde ne yapacağını.
Barış otobüste cam kenarında 16 numaralı koltuğa oturdu. Oturduğu yerden Hanife teyzeyi görebiliyordu. Gözlerinin içine baktı. Hanife teyze de Barış’ın gözlerinin içine baktı. Otogarda onlar hariç kimse, kimin kim olduğunu, nereye, neden gittiğini merak etmiyordu. Birbirlerine merak ettikleri soruları sorabileceklerini o an fark ettiler. Otobüs perondan yavaşça sıyrıldı, otogardan çıkıp gitti.
Barış, Hanife teyzenin alzheimer olduğunu,
Hanife teyze, Barış’ın, torunu olduğunu düşündü.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Abla

busraturksev
Küçükken yaşadığı şeylerden aldığı hazzı bir daha asla alamıyor insan. Ben ilkokula başlamadan ve başladığımda zemin katta bir evde oturuyorduk. Evin bahçesi vardı oraya bitişik de balkonu. Hiçbir anlamı yoktu o balkonun. Bahçede top oynarken topun kaçmasına yarıyordu bir tek. Neyse, biz çok ev değiştirmişiz. O, balkonu yere bitişik evle ondan önceki evlerde olan biten çoğu şeyi hatırlamıyorum. Hatırladığım çok nadir anı var. Onlardan bazıları da yarım yamalak. Böyle bir olay olmuştu diye anlattığım şeylere bazen onu nasıl hatırladın diyorlar bazense o olay öyle olmamıştı diyip doğrusunu anlatıyorlar. Yani bazılarını başka olaylarla birleştirip tek bir olay yapmışım aklımda. Öyle de kabul etmişim onu. O evde otururken alış veriş yapıldığında meyve sebze mutfakta masaya yığılırdı eve gelince. O silinmiyor hafızamdan. Sonra onlar yerleştirilirdi. Muhakkak bu adımlar her evde aynı şekilde oluyordur da, gözümde canlanışını aynı şekilde anlatamıyorum size tabii. Ve bu görüntünün şu an ne hissettirdiğini. Neyse. Bundan daha net hatırladığım ve aklımdan hiçbir zaman çıkmayan ve muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak bir başka şeyi anlatacağım. O evde otururken hasta olmuştum. Yine alış veriş yapılmış. Ama üzerinden birkaç gün geçmiş. Ben oturduğumuz odada koltukta yatıyorum. Hastalıktan ölüyorum. Ablam ikimize meyve hazırladı. Detayını tam hatırlamıyorum ama kremalı ballı meyveli bir şeyler yapacaktı. Gelip bana sordu meyve salatası mı yapayım yoksa sadece meyve mi yersin diye. Ben de, öyle beğenmem ben, sadece meyve yiyeceğim dedim. Bendeki kibre bak. Velhasıl, bana meyveleri getirdi. Ben onları yerken kendisine meyve salatası hazırladı. Geldi yanıma, dedi bakacak mısın tadına. Bakayım dedim. İnanır mısınız dünyada tadılabilecek en güzel tatlardan birini ben o zaman aldım. O daha güzelmiş keşke öyle isteseydim de diyemiyorum. Kendi meyvelerimi bitirmişim çünkü. Biliyorum evdeki son meyveler onlar. Ama nasıl güzel tadı anlatamam. Şimdi yapsam aynısını, aynı tadı alamam, mümkün değil. Neyse ablam oturdu koltuğa. Anladı benim beğendiğimi de. Hastayım bir de. Geldi bana verdi hazırladığı meyve salatasını. Evdeki son meyveler onlardı. Ben yemeyeceğim, etmeyeceğim desem de yedirdi onu bana. İşte o evden hatırladığım birkaç anıdan biri bu. Abla dediğin zaman böyle bir olay geliyorsa aklına, iyi ki var o abla. Bazen kırsan, kızsan, üzsen, saç baş dalsan da sonra sarılıp ağlayacağın kişi yine o.
Canın, ciğerin, arkadaşın, annen. İyi ki var.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It
Blogger tarafından desteklenmektedir.