düşünce yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
düşünce yazısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Yirmi Sekizinden Geçmişe Atıf



Yirmi Üçünde Aylak

11 haziran 2018

Merhaba. Beni biliyorsunuz. Bugün hikaye paylaşmak yerine yine bir düşünce yazısı yazmak istedim. Yakın zamanda bu tür yazılar daha çok çekiyor beni. Nedenini bilmiyorum. Bir önceki düşünce yazısında bahsettiğim konuyu okuyanlar bilir. Hâlâ eflatun polar arkadaşlar. Benim kolay kolay bu konumu değiştireceğim yok gibi. Ama bana soran olursa çok güzel tavsiye veririm oturduğum yerden. Gitmek isteyen için çok detaylı yaptığım araştırmalardan bilgiler de veririm. Ama benim uygulamaya sokmam pek mümkün gözükmüyor şu an için. Hâlâ istiyorum ve hâlâ inanıyorum yapacağıma. Ama şu an zamanı da değil bunun farkındayım. Yakın zamanda aklıma yeni fikirler geldi. Ya da kendimi teselli etme şeklim de olabilir bu. Hangisi olduğuna siz karar verin. Okuduğum bölümü bitirdikten sonra yeni bir üniversite girişimine başlamak düşüncesindeyim. Yeniden sınavlara çalışma faslı ne derece zorlu geçecek farkındayım. Ama o kısmı düşünüp kendimi caydirmak istemiyorum pek. İşte o ikinci üniversiteyi okurken gezerim diye düşünüyorum. Yani tabii bu sözüme kimsenin inanacağını da düşünmüyorum aslında, ben bile bu konuda güvenemiyorum kendime. Yani eğer sınav aşamasını atlatıp üniversite leveline geçersem ondan sonra gerçekleştirmemek için bi neden olmaz bu hayali. Sonuçta o sınava girmek için bu eflatun poları bi kenara atmam gerekecek artık. Bence bu büyük bi adım olacak gibi. Ondan sonrası allaha emanet. Sizin benim gibi hayalleriniz varsa zinhar benim gibi yapmayınız. Kalkın arkadaşım o yataktan. Alın pasaportunuzu hazırlayın çantanızı koşarak çıkın o evden. Yapın bunu. Çünkü neden olmasın. Kendi sözlerimle ben bile biraz gaza geldim mesela. Üstümdeki poları hafif bir kenara doğru ittirdim. Ordan doğru çok bir şey değişmiş gibi gözükmese de içimde hissettim ben onu, tabii. Tüm olay bende bitiyor biliyorum. Ama öyle de değil işte polar önemli. (burada böylece bırakılmış bir taslak)


Yirmi Sekizinden Geçmişe Atıf

19 Ağustos 2024

Birkaç ayda bir ya da yılda diyelim, google dökümanlara bıraktığım düzensiz, yarım yamalak taslaklara göz atıyorum. Genellikle üzerlerinde değişiklik yapmıyorum. Nadiren çok tuhaf gelen veya yazım hatası bulunan bir durum varsa ve üstünkörü göz gezdirirken gözüme ilişirse ancak.

Bakın bu yukarıdaki 2018 yani 23 yaşıma tekabül eden senem. Yazdığım zamanı, o zamanlardaki düşüncelerimi hedeflerimi görünce kendimi yüzyılları devirmiş yaşadığı döneme çok antika kalmış bir teyze gibi hissediyorum. 23 yani “yirmi ikisinde sinek avlamak”tan bir sonraki senem oluyor. Yukarıda yazdıklarıma bakılırsa hâlâ aynı hedefleri gerçekleştireceğime dair ufak da olsa umut barındırıyorum içimde. Ne yaparsın gençlik umuttan ibaret değil midir?

Şimdim ise tamamiyle bundan farklı diyebilirim. Artık şehrimdeki sahil kenarına bile pek fazla gidemiyorum. Evde masterchef izlemekten gayri aktivitem yok desem yalan değildir.

Size bu durum çok üzünç gelebilir fakat bana pek öyle gelmiyor artık, yaş almak beni böyle bir yere evirdi diyebilirim. Çok uzun süredir yazı yazmıyor oluşumun sebebi de bu yaş almakla mı alakalıdır yoksa kendime sebepler mi buluyorum bilmiyorum. Belki bu sorunun cevabını da kendime ve size bir 6 sene sonra verebilirim kim bilir. 6 sene içinde bir hayatta ne kadar çok değişen var düşününce biraz hüzünlü oluyor itiraf etmeliyim. Aslında yalnızca bir hayatta değil birçok hayatta bir hafta içerisinde bile birçok değişen oluyor. Bilhassa Türkiye gibi dinamikleri aşırı yüksek bir ülkede yaşıyor (bazen yaşamak için çabalıyor) iseniz. Hepimiz sahibindende cillop gibi gözüken fakat açıklamalarda bir sürü değişeni olduğunu gördüğümüz ikinci el arabalar gibiyiz. Hepimiz biraz abartı oldu birçoğumuz diyelim. Bazılarımız dünyaya mercedes olarak gelip hasar kaydı olmadan ayrılıyor maşallah. (blogta marka verdik diye reklam yazıyor muyuz sonra dava edilmeyelim?) Neyse bu skaladaki insanlar bu blogu okumuyordur zannımca. Bize dönelim. Bizim neremize dönelim bilemem ama dönelim işte. Yani zaten ben galiba hep kendi etrafında dönenlerdenim. Bir yerden bir yere ulaştığımı göremedim henüz. Bakın mesela hâlâ yurtdışına çıkmadım. Hâlâ bir evdeyim. Evin konumu değişti yalnızca fakat yine dört duvarı 6 camı var. Evet saydım.


23’ümde yazdığım yukarıdaki yazıda birkaç fikrimden bahsetmişim, eminim hiç merak etmiyorsunuz ama söylemek isterim. Evet o ikinci üniversite için sınava hazırlanıldı, ikinci diploma alındı, hatta üçüncü ve dördüncü üniversite bölümlerine de yerleşildi fakat bir yerde tabii ki ne yapıyorum ben dedim. Birini 2 sene devam ettirdim, birine kayıt sonrası uğramadım bile. Bunun için dördüncüyü beklemek… ancak dank etti diyelim. Üçüncü ve dördüncü bölümler bitirilmeden yarıda bırakıldı arkadaşlar. Farkettim ki zihnimi meşgul etmek için yapamayacağım şey yok. O dönemler daha çok bilgi açlığımı gidermek ve zihnimi kendi yönlendirdiğim şeylerde aktif tutmak için yaptığım girişimlerdi diyelim. Hatırlıyorum aynı zamanda birkaç farklı türden kitabı birlikte okuyordum. Türleri farklı olduğu için birbirlerine karışmıyorlardı tavsiye edebilirim. (delirmek isteyene)


Bugünüme gelene kadar elbette sayamayacağım kadar çok şey yaşadım, hayal kırıklıkları, özellikle ayarlanmış gibi üst üste gelen problemler. Çözülmesi çok zor gibi gözüken meseleler ve çözülmesi çok zor olan meseleler. Birincisi öyle gözüken yani o süreç içinde iken içinden çıkmak imkansız gibi gelen ama çıktıktan birkaç sene sonra boşuna yorulmuşum diyebileceğiniz türden, ikincisi ise üzerinden yıllar da geçse hâlâ zor zaman olarak hatırlanan durumlar. Sağlık sorunları, fiziksel ve ruhsal arapsaçları. Ve evet buradayız. Eflatun polar yok ama o bir sembol haline geldi bu blogta, değişime atılacak ilk adım. Bu şekilde yaşatacak adını, sohbet yazılarında arada bir görebilirsiniz diyecektim fakat benim bu bloğu zaten canlı tutmadığımı hatırladım. :) Kendi tezini çürüten site.


Pek gereksiz bilgiler köşesi: Bu iki yazı arası 2261 gün geçmiş, serinin ilkinden bugüne ise 2616 gün.


Bu arada yirmi ikisinde sinek avlamak için:
https://www.busraturksev.com/2017/06/bugun-eflatun-polarma-sarnms-otururken.html


Gif köşesi:


masterchef izlerken öğrendiğim pişirme tekniklerini denemeye mutfağa gidiyorumdur;


hain yıllarımın gözümün önünden geçip gidişi;



geçmişten kalan travmalarımın aniden ortama girişi;


her gece başımda nöbet tutan öyle yapmasaydımlar;


artık yeni yaşımı karşılama şeklim;


bir türlü susmak bilmeyen iç sesler korosu;


gürültüye karşı aşırı duyarlılık (yaşlılık belirtisi);


başarıya giden yolda emin adımlarla ilerleyişim (her daim);


ve sonu hüsranla biten girişimlerim;

kapanış.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Veba



Şimdilerin  kara vebası, yorgunluk, depresyon, mutsuzluk, kişilik ve gelecek kaygıları, varoluşsal sancılar, beyinde yankılar…


Her birimiz sanki dünyanın yaşı kadar yaşlanmış gibi yorgunuz. Her birimiz dört buçuk milyar yıl yaşamış gibi bitkin. Her birimiz bir dünya olmuşuz. 

Kafamız bir dünya, 

Hayatımız elimizden kayıp gidiyor. Balataları sıyırmaya ramak kaldı. 

Tertemiz. 


Tutabilene aşk olsun. Hoş, şimdilerde tutmak isteyen de olmuyor çok. Bunca telaştan kaçış yolunu ya kafayı sıyırmakta ya hayatı sonlandırmakta buluyoruz ancak. 

Bana sorarsanız ikisi arasında gidip geliyorum. Yalnız kafamda yankı yapan bir soru var ki onu da asla durduramıyorum. Evirip çeviriyorum, döndürüp dolaştırıyorum yine değiştiremiyorum aklımdaki şeklini.


Nedir varlığının amacı? 

Var olmanın amacı ne?


Sorularıma yanıt ararken kayboluyorum. Daha çok içine çekiyor beni yalnızlık. 

Yalnızlığı seviyorum, 

Yalnızlığı öyle seviyorum ki bundan korkuyorum. Bu sevgi beni korkutuyor. 

Bir gün yalnız kalabilmek adına yapabileceklerimden korkuyorum. 


Balatalar diyorum. Balatalar. Frenler. Yediverenler. 


Bu dünyaya hepimizi sığdıramıyorum. 

Ya ben

Ya siz




10.7.19 / 3.1.22

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Yaratılış

Biz seninle,
Biz seninle aynı kişinin farklı zamanlarını yaşıyoruz. 
Ben geçmişinim senin, 
Sen benim geleceğim. 
Hayat çizgimiz olabildiğine bir. 
İkimizi ‘biz’ yapan aynı kişide buluşmamız, 
‘Sen ile ben’ yapansa farklı zamanları yaşamamız. 
Hikayeler aynı, tarihler farklı. 
Geleceğimin çizgisini öyle çirkin çekiyorsun ki, yaşadıklarımın üstesinden gelemiyorum. 
Ve ben de senin geçmişinin temiz kalan yerlerini karalıyorum. 
Biz seninle aynı bedenin sancılarını farklı yerlerde tadıyoruz. 
Aynı ruhun kıvranışları iki farklı coğrafyada. 
Aynı küfürleri ediyor, aynı detaylara takılıyoruz. 
Aynı şekilde sinirlenip yine aynı sebeplerle vazgeçiyoruz hayattan. 
İşte böyle bizim olayımız. 
İşte biz, böyle birlikte olamıyoruz.
Zaman tek yönlü akıyor, geçmişle gelecek birleşip kesişemiyor. 
Biz buyuz. 
Aynı kişinin iki farklı zamanını yaşıyoruz işte. 
Aynı tohumun farklı tarihleriyiz. 
Birleşemiyoruz. 
Çizgimizin aynı oluşu, bizi sonumuzda birleştirecek bir tek. 
Farklı zamanlarda yaşanacak iki aynı son. 
İki kere söyleyecekler intihar edişimi. 
İki kere diyecekler ki çok savaştı kendiyle. 
Kimse bilemeyecek ikimizin de içinde savaştığının bir diğerimiz olduğunu. 
Benimle verdiğin savaşa mağlup geldiğin için önce sen vazgeçeceksin yaşamaktan. 
Sonra ben seninle verdiğim savaşı kazanamayacağım. 
Bizim sonumuz bir. 
Aynı tohumda başladığımız gibi tıpkı, 
Aynı nefesle ayrılacağız dünyadan.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Başarısızlık Hikayesi


Bazı hikayeler vardır; hayatın türlü sillesini yiyip ayakta kalabilenler, her düşüşünde yeniden ayaklanıp savaşabilenler, mağlup geldiği her savaştan biraz daha güçlenip çıkabilenler. Bu hikayeler her yerdedir. Çevrenizde, medyada, dünyanın öbür ucunda. Ama hep ulaşır size bu hikaye. Ana fikri şudur; pes etme. 
Bir de öteki hikayeler vardır. Yediği her darbeden sağ kurtulmaya çalışırken yenisini yiyip yerin soğuğundan yeni ayırmışken yüzünü yeniden buz gibi bir gerçekle yüzleşmek zorunda kalanlar. Devamlı yalpalayanlar. Düştükçe güçlenen değil de düştükçe daha çok güç kaybeden ama umudunu son damlaya kadar yitirmeyenler. Hep tutunacak bir dal arayıp hiç tutunamayanlar. Birçok defa hayattan vazgeçenler. Çölde balık, okyanusta kaktüs olanlar. Ben bu taraftan sesleniyorum sayın okur. 
İkisi arasında tek bir fark vardır. Azim mi? Asla. Umut? Yok hayır. Güç? Mümkün değil. Aradaki tek fark, başarı hikayeleri kadar değer görmemesi başarısızlık hikayelerinin. Her yerde paylaşılmaması bu iç yüzü kötü senaryoların. Övünülecek hiçbir yanı olmadığı gibi tabii ağza bile alınmaması çoğu zaman. Görmezden gelinmesi. Burada mısınız sayın okur, peşinen uyarmak isterim ki; Bu bir başarı hikayesi değil. Başarısızlık hikayesidir. 
Zorlukların üstesinden nasıl geldiğimi soracaksanız söyleyeyim. Gelemedim sayın okur. Ekseriyetle gelemedim. Şimdiyse gelmiyorum daha çok. Çözümü her şeyi yapmakta ararken, hiçbir şey yapmamakta buldum. Düşe kalka çok yara aldım şimdiye dek, şu an da yaralarımı sarabildiğimi söyleyemem fakat sonrakine kadar zaman tanıyorum kendime. Yenisi gelince eskisine bir şey olmuyor çünkü. O yine duruyor olduğu yerde. Bu defa topyekün saldırıyorlar, daha ezici bir mağlup gerçekleşiyor sonra. 
Toparlanabilecek miyim peki? Hayır. Muhtemelen hayatımın geri kalanını buna adasam dahi eski resmi tamamlayamayacağım. Tuz buz olan parçaların birleşmesi söz konusu bile değil keza. 
Neyse, sonuç olarak duruyorum öylece. Yani bazı durumlarda avazın çıktığı kadar bağırmak yerine öylece sessiz kalıp izlemek gerek olan biteni. Ben de öyle yapıyorum. Bir sonraki silleyi yiyene kadar hiç değilse sürekli bir devinim halinde olmayacağım. Böyle iyi. Tavsiye eder miyim? Niye edeyim. Belki sizin hikayeniz başarı hikayelerindendir. Hikayenin ne olduğunu öğrenmekten ziyade nereye gittiğiyle ilgilenin derim. Çok iyi yerlere gitmeyebiliyor bazen çünkü. Böylesi durumda hazırlıklı olabilmek de gerekli. Hoş, yine düşüyorsunuz gerçi. Daha yumuşak da olsa darbe sayısını ve düşüş hızını değiştirmiyor durum. Üstüme afiyet ben çok düştüm. Çoğunu tanırım yani. 
Ama hayat dediğin zaten düşmekten ibaret değil midir? Anne karnından düşerek dünyaya geldim. İlk düşüşüm bu oldu. Sonuncusu da sırat köprüsüdür muhtemelen. Hepsinden iyi orda düşerim galiba. Kapanışı iyi yapacak gibi duruyorum ne yalan söyliyim. Bu konuda oldukça avangart biriyim. 
Hasılıkelam sayın okur, düşmek güzeldir…,
Diyen biri varsa aklıselim değildir o, uzak durun ondan. Düşmenin neresi güzel arkadaş? Güzelse benim yerime de sen düş o zaman. Zevzekliğe lüzum yok. Hadi bakın işinize. 


Fuzuli ek bilgi: Bu yazı ruh halimi temsil etmektedir.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Kararlar ve İhtimaller


Aldığım önemli kararları almadan önce süzgeçten geçirip emin olana kadar değerlendirmeye tabii tutuyorum. Bazen size de oluyor mu bilmiyorum ama bir kararı almak için ne kadar çok sebebim olursa olsun tam tersi kararı alsaydım ne olurdu düşünmeden edemiyorum. İhtimaller uzayıp gidiyor. İhtimal dahilinde tutamadığım bir durum zincirini yaşama ihtimali de kendi içinde bir dünya ayrıma uğruyor. Kararımdan ne kadar emin olsam ve seçilebilecek daha iyi bir yol olmadığını bilsem bile içimi kemiren bir parazit katiyen terk etmiyor düşüncelerimi. Üzerine bin çeşit kurgu ekliyorum zaman etkenini azar azar ilerleterek. Bir konuda uzunca ve meşakkatli bir yoldan geçen kararımın hiç değişmeden olduğu gibi kalması beni bu noktaya getirdi. Bir noktadan sonra değişmeli miydi? Anlatmak istediğini anlatabildiğinde değişmemekten vazgeçmeli miydi? Yahut vazgeçse bile anlatmak istediğini anlatamamış mı olurdu? Ve beni, olduğumdan daha kötü bir noktaya mı götürürdü? Ya da olduğum nokta olabileceğim en kötü nokta mı? Aldığım kararın en doğrusu olduğuna emin olurken kendim için alabileceğim en kötü kararı almış olabilir miydim?
Bu soruları okumanız belki 15 saniyeyi bulmuştur okuma hızınız pek iyi değilse belki de 30 saniye. Hepsinin aklımdan geçme süresi yarım saniye bile etmedi. Delirmiş olmam konusunda insanların hep bir fikri var şu sıralar. Haklı olma ihtimalleri de bir yarım saniyemi daha ayırıp düşünmem gereken bir konu artık. Fakat buna daha sonra değinelim.
Aklımdan geçen milyarlarca ihtimalden birini yaşadığım için çok huzursuzum. Bir ihtimal daha ekledim buna, belki milyarlarcasını yaşıyorum şu anda. Mümkün. Ve daha da güzeli, bir tanesinde en güzel hayatımı yaşıyor olduğum. Tabii bir tanesinde de en kötüsünü yaşadığımı düşünmedim değil. Umarım o, şu an içinde olduğum değildir. Ya da öyle olsa da fark etmez. Birçok tanesinde çoktan ölmüş olmalıyım. Birçok tanesinde zaten doğmamış, bir tanesinde de şu an ölüyor olabilirim. Böyle düşününce baya ironik bir durum, umarım can çekişmiyorumdur.
Birkaç tanesinde başka bir gezegende yaşıyor olabilir miyim merak ediyorum. Birkaç tanesi de başka bir bedende. Geleceği görebildiğim bir hayatta yaşadım mı acaba? Ya da geçmişi değiştirebildiğim? Ya da yaşayabileceğim tüm ihtimalleri tek tek bildiğim bir hayat?
Nasıl olurdu?
Tam olarak,
Böyle.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Atatürk

busraturksev


İleride evladım olursa, o anneyi babayı öğrenirken ona öğreteceğim bir şey de ata olacak. Geçmişini silip atan insanın yapacaklarından korkmalı bu devirde. Bak diyeceğim, yavrum bu baban, bu annen, bu senin atan. İleride kim, o kim diye sorarsa bu bizim atamız diyeceksin. Bizim biz olmamız için canını tehlikeye atanlardan biri. Kitaplardan silinecek yaptıkları korkarım ki, resimleri kalmayacak hiçbir yerde. Ben çocukken kitaplarımızın her yerinde Atatürk vardı diyeceğim sana. Öyle önemli öyle değerli diyeceğim. Unutma diyeceğim asla, asla unutma, unutturma.

“Geçmişini bilmeyen geleceğine yön veremez.”

Mustafa Kemal Atatürk


10 Kasım 1938
Sevgi, saygı, minnet, hürmet, sonsuz teşekkür ve sonsuz özlem ile 

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Yirmi İkisinde Sinek Avlamak



busraturksev

Bugün eflatun polarıma sarınmış otururken bir şey fark ettim. Aslında daha önce fark etmiştim. Arada aklıma geliyor ve yeni fark etmişim gibi davranıyorum kendimi daha fazla üzmemek için. Neyse fark ettim ki 22 yaşıma geldim ve eflatun polarıma sarılmış oturuyorum. Halbuki kendimi bildim bileli değişmeyen bir hayalim vardı. Fakat ben şu an eflatun polarıma oturmuş sarılıyorum. Demiştim ki kendi kendime bunun zamanı üniversiteye başladığım sene olmalı. Önce kendi yurdumu bir uçtan diğer uca gezmek, görmek daha sonra haritayı biraz daha açıp yurt dışı seferlerine başlamak. Hayalim buydu evet. Çoğu kişinin hayali bu, doğru ama değişik yerleri görmek farklı kültürlere sahip insanları tanımak, gezmek kimin hayallerinin içinde olmaz ki? Neyse, orta sonlarda falan fotoğraf makinesi almak istiyordum profesyonellerden yani kof da değil.
Üniversite zamanlarımda sırt çantamı takacaktım sırtıma, içinde profesyonel fotoğraf makinem, birkaç parça her mevsime uygun kıyafet. Terlik, spor ayakkabı, mayo, uyku tulumu, çadır, kimlik, pasaport... He bir de eflatun polarım. O olmadan olmaz çünkü. Para da lazım günümüz değişim aracı. Onu da düşünmüştüm o zamandan. Para biriktiriyordum ne sandınız. Öyle boş hayallerden değildi benimki. Neyse efendim, atacaktım yola kendimi, başlayacaktım bir uçtan, sonrası su akar yolunu bulur. Dedim niye olmasın. Baya inanmıştım yani. Hala inanıyorum da belli etmiyorum. Öyle uzak da bi süre değil hani birkaç dakika önce dedim, evet.
Benimki de hayal tabii gelmişim 22 yaşıma eflatun polar falan biliyorsunuz o muhabbeti.
Sadede geleyim. Hep bir şey oldu gerçekleştirmemem için. Bazıları gerçekten büyük engeldi. Bazıları da benim cesaretsizliğime kılıf uydurmam. Ama hep bir şey oldu bu 4 sene içinde. Sonuç olarak, şu anki durum aşikar, sarılmış eflatun polara bunları yazıyorum. Yani bunları yazmam gerekmese giderdim de işte yazmam gerekiyor yoksa giderim yani.

Ek: O biriktirdiğim paraya ne oldu merak edeniniz vardır. Çalınmıştı. Hayallerim gibi onlar da suya düştü anlayacağınız. Yani böyle söyleyince çok bi hüzünlü oldu sanki. Hepi topu 200 lira civarı biriktirmiştim küçüktüm sonuçta. Ama o zaman çoktu o para benim için. Değerliydi de. Kendim biriktirmiştim harçlıklarımdan arttırıp. Hatırlayınca üzüldüm şimdi. Az ağlamamıştım.

Halimi bir de fotoğraflara dökmek gerekirse;

Şöyle olacağıma:
Şöyleyim anlayacağınız:
 Ya da şöyle:
Ya da çok canım sıkılırsa biraz da şöyle:
Ek: Hedefe birkaç adım kala hayatın madik atması: (siyah olan, hayat)

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Abla

busraturksev
Küçükken yaşadığı şeylerden aldığı hazzı bir daha asla alamıyor insan. Ben ilkokula başlamadan ve başladığımda zemin katta bir evde oturuyorduk. Evin bahçesi vardı oraya bitişik de balkonu. Hiçbir anlamı yoktu o balkonun. Bahçede top oynarken topun kaçmasına yarıyordu bir tek. Neyse, biz çok ev değiştirmişiz. O, balkonu yere bitişik evle ondan önceki evlerde olan biten çoğu şeyi hatırlamıyorum. Hatırladığım çok nadir anı var. Onlardan bazıları da yarım yamalak. Böyle bir olay olmuştu diye anlattığım şeylere bazen onu nasıl hatırladın diyorlar bazense o olay öyle olmamıştı diyip doğrusunu anlatıyorlar. Yani bazılarını başka olaylarla birleştirip tek bir olay yapmışım aklımda. Öyle de kabul etmişim onu. O evde otururken alış veriş yapıldığında meyve sebze mutfakta masaya yığılırdı eve gelince. O silinmiyor hafızamdan. Sonra onlar yerleştirilirdi. Muhakkak bu adımlar her evde aynı şekilde oluyordur da, gözümde canlanışını aynı şekilde anlatamıyorum size tabii. Ve bu görüntünün şu an ne hissettirdiğini. Neyse. Bundan daha net hatırladığım ve aklımdan hiçbir zaman çıkmayan ve muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak bir başka şeyi anlatacağım. O evde otururken hasta olmuştum. Yine alış veriş yapılmış. Ama üzerinden birkaç gün geçmiş. Ben oturduğumuz odada koltukta yatıyorum. Hastalıktan ölüyorum. Ablam ikimize meyve hazırladı. Detayını tam hatırlamıyorum ama kremalı ballı meyveli bir şeyler yapacaktı. Gelip bana sordu meyve salatası mı yapayım yoksa sadece meyve mi yersin diye. Ben de, öyle beğenmem ben, sadece meyve yiyeceğim dedim. Bendeki kibre bak. Velhasıl, bana meyveleri getirdi. Ben onları yerken kendisine meyve salatası hazırladı. Geldi yanıma, dedi bakacak mısın tadına. Bakayım dedim. İnanır mısınız dünyada tadılabilecek en güzel tatlardan birini ben o zaman aldım. O daha güzelmiş keşke öyle isteseydim de diyemiyorum. Kendi meyvelerimi bitirmişim çünkü. Biliyorum evdeki son meyveler onlar. Ama nasıl güzel tadı anlatamam. Şimdi yapsam aynısını, aynı tadı alamam, mümkün değil. Neyse ablam oturdu koltuğa. Anladı benim beğendiğimi de. Hastayım bir de. Geldi bana verdi hazırladığı meyve salatasını. Evdeki son meyveler onlardı. Ben yemeyeceğim, etmeyeceğim desem de yedirdi onu bana. İşte o evden hatırladığım birkaç anıdan biri bu. Abla dediğin zaman böyle bir olay geliyorsa aklına, iyi ki var o abla. Bazen kırsan, kızsan, üzsen, saç baş dalsan da sonra sarılıp ağlayacağın kişi yine o.
Canın, ciğerin, arkadaşın, annen. İyi ki var.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It
Blogger tarafından desteklenmektedir.