ev etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ev etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Depresif



Günün aydınlanmaya başladığı, gecenin ölüp gündüzü doğurduğu vakitlerde, dedesinin evindeki kalın, uzun, gül desenli, bordoya oldukça çalan iki kanatlı perdelerin, odasını kırmızıya boyadığı o anı yeniden seyrediyordu...
Odadaki eşyaların karanlıkta başka objelere benzetilmesinin ardına, yeni yeni süzülen ışık, -kırmızı ışık- eşyaların benliğini kazanmasına müsaade etmeyecek kadar az süzülmüştü içeri. Yatağının önündeki dev kitaplığı ve üzerinde kitap ve kitap dışında bazı eşyaları gece karanlığında birkaç defa bazı simalara, birkaç defa anlamsız şekillere benzetmişti. Şimdi ise kitaplığı artık kitaplığa benzetebileceği kadar ışık vardı odasında.
Uyumak için yapılmış yatağın üzerinde, uyuması gerektiği saatlerde, sırtını yatağın başlığına yaslayıp saatlerce öyle oturuyor, karanlığı seyrediyor, bazen gördüklerini yorumluyor bazense hiçbir şey görmeyecek kadar boş bakıyordu karanlığın içine. Bu gece düşündü bunları yaparken. Varlığının değiştirdiği şeyleri düşündü. Varlığının etki ettiği ne varsa düşündü.
Düşündü.
Düşündü.
Düşündü.
Pek fazla yanıt bulamadı. Doğduğum günün hangi gün olduğunu hatırlamayan insanlar var çevremde, diye düşündü. Öldüğü günün hangi gün olduğunu da aynı kişiler hatırlamayacaktı.
Düşündü.
Şimdiye kadar, tam olarak şimdiye kadar ne yaptığını düşündü. Yaşadı. Nefes aldı. Nefes verdi. Uyumadı. Saatlerce uyumadı. Geceleri uyumadı. Uyumadığı uykusundan uyanmış gibi gündüzleri de uyumadı. Üç gün uyumadı. Bir saat uyudu. Dört gün daha uyumadı. Bir saat daha uyudu. İki gün uyumadı. İki gün daha uyumadı. Gece oldu, gündüz geceyi iteledi. Düşünmeye başladı.
Ellerini, tırnaklarını düşündü. Yüzünü düşündü. Yüzünü bir bütün olarak düşünmedi. Çünkü hatırlamıyordu. Nasıl bir burnu vardı, unuttu. Gözleri şimdi hangi renk olmuştu, unuttu. Yüzünün herhangi bir yerinde, mesela dudağının üzerinde bir ben çıkmış mıydı? Ya da daha önce var mıydı? Unuttu. Dudaklarının üzerinde dişlerinin izi çıkmış mıydı? Dudakları ne kadar parçalanmış görünüyordu? Yüz kemikleri belirgin miydi? Yoksa sıska mıydı yüzü? Evinde ayna yoktu.
Silkindi.
Bunları düşünmeyi bırakıp önceki düşündüklerini düşünmeye devam etti. Diğerlerinin hayatında ne olduğunu düşündü. Kim olduğunu. Olduğunu?

 Bu gece hiç düşünmediği kadar düşündü. İstediğinde ulaşabileceği kim vardı onu düşündü. İstediklerinde ona ulaşacak kimler vardı?
Bu gece hiç hissetmediği kadar hissetti. İliklerine kadar hissetti. Ciğerine kadar hissetti. Damarlarında hissetti. Gözlerinde hissetti. Midesinde bile hissetti. Yalnızlığı hissetti. 
Boşluğu hissetti. Vücudunun soğukluğunu hissetti.
Bu gece hiç üşümediği kadar üşüdü.
Bu gece hiç ağlamadığı kadar ağladı.
Bu gece hiç düşünmediği kadar düşündü.
Bu gece bir hiç gibiydi, dahil olduğu hayatlar için de, dahil olmadığı
hayatlar için de, hayatta olmayan insanlar için de hayatta olanlar için de. Sustu. Halbuki konuşmadığını da unutmuştu. Yine de sustu. Bu gece sustu. Fark etti. Bu gece yalnızca diğer gecelerden biriydi.
Günün aydınlanmaya başladığı, gecenin ölüp gündüzü doğurduğu vakitlerde, dedesinin evindeki kalın, uzun, gül desenli, bordoya oldukça çalan iki kanatlı perdelerin, odasını kırmızıya boyadığı o anı yeniden seyrediyordu...

1 Mayıs 2017

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It

Abla

busraturksev
Küçükken yaşadığı şeylerden aldığı hazzı bir daha asla alamıyor insan. Ben ilkokula başlamadan ve başladığımda zemin katta bir evde oturuyorduk. Evin bahçesi vardı oraya bitişik de balkonu. Hiçbir anlamı yoktu o balkonun. Bahçede top oynarken topun kaçmasına yarıyordu bir tek. Neyse, biz çok ev değiştirmişiz. O, balkonu yere bitişik evle ondan önceki evlerde olan biten çoğu şeyi hatırlamıyorum. Hatırladığım çok nadir anı var. Onlardan bazıları da yarım yamalak. Böyle bir olay olmuştu diye anlattığım şeylere bazen onu nasıl hatırladın diyorlar bazense o olay öyle olmamıştı diyip doğrusunu anlatıyorlar. Yani bazılarını başka olaylarla birleştirip tek bir olay yapmışım aklımda. Öyle de kabul etmişim onu. O evde otururken alış veriş yapıldığında meyve sebze mutfakta masaya yığılırdı eve gelince. O silinmiyor hafızamdan. Sonra onlar yerleştirilirdi. Muhakkak bu adımlar her evde aynı şekilde oluyordur da, gözümde canlanışını aynı şekilde anlatamıyorum size tabii. Ve bu görüntünün şu an ne hissettirdiğini. Neyse. Bundan daha net hatırladığım ve aklımdan hiçbir zaman çıkmayan ve muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak bir başka şeyi anlatacağım. O evde otururken hasta olmuştum. Yine alış veriş yapılmış. Ama üzerinden birkaç gün geçmiş. Ben oturduğumuz odada koltukta yatıyorum. Hastalıktan ölüyorum. Ablam ikimize meyve hazırladı. Detayını tam hatırlamıyorum ama kremalı ballı meyveli bir şeyler yapacaktı. Gelip bana sordu meyve salatası mı yapayım yoksa sadece meyve mi yersin diye. Ben de, öyle beğenmem ben, sadece meyve yiyeceğim dedim. Bendeki kibre bak. Velhasıl, bana meyveleri getirdi. Ben onları yerken kendisine meyve salatası hazırladı. Geldi yanıma, dedi bakacak mısın tadına. Bakayım dedim. İnanır mısınız dünyada tadılabilecek en güzel tatlardan birini ben o zaman aldım. O daha güzelmiş keşke öyle isteseydim de diyemiyorum. Kendi meyvelerimi bitirmişim çünkü. Biliyorum evdeki son meyveler onlar. Ama nasıl güzel tadı anlatamam. Şimdi yapsam aynısını, aynı tadı alamam, mümkün değil. Neyse ablam oturdu koltuğa. Anladı benim beğendiğimi de. Hastayım bir de. Geldi bana verdi hazırladığı meyve salatasını. Evdeki son meyveler onlardı. Ben yemeyeceğim, etmeyeceğim desem de yedirdi onu bana. İşte o evden hatırladığım birkaç anıdan biri bu. Abla dediğin zaman böyle bir olay geliyorsa aklına, iyi ki var o abla. Bazen kırsan, kızsan, üzsen, saç baş dalsan da sonra sarılıp ağlayacağın kişi yine o.
Canın, ciğerin, arkadaşın, annen. İyi ki var.

Devamını Oku

Facebook Tweet Pin It
Blogger tarafından desteklenmektedir.